Rojava devrimiyle diller özgürleşiyor
Rojava’da bir taraftan KDP’nin sınırlara kazdığı hendekler, diğer taraftan Türkiye’nin sınır bölgesindeki kentlerde devlet denetimini sağlamak üzere yerel seçimlerde de çeşitli hileleri devreye sokmasıyla uygulanan kuşatma, öte taraftan da cihatçı çetelerin süren saldırıları arasında yeni bir sistemin inşası devam ediyor. Suriye’de süren savaşta hem rejimin hem de el Nusra, el Kaide ve IŞİD gibi cihatçı güçlerin yanında olmayı reddederek kendi sistemini kurmak üzere kolları sıvayan Rojavalıların direnişi sürüyor. Kan ve barut kokusu arasında Ortadoğu’nun en eşitlikçi sistemlerinden birini kurmaya çalışan Rojava devrimi, eğitim alanında da örnek olabilecek bir modeli hayata geçirmeye çalışıyor. Rojava’da kurulan SZK Kürt Dil Kurumunun görevlilerinden olan Ciwan Dêriki ile Diyarbakır’da inşa etmeye çalıştıkları eğitim modelini konuştuk.
Rojava’da yeni bir sistem inşa ediyorsunuz. Eğitim açısından gelinen nokta nedir Rojava’da?
En baştan başlamak istiyorum. BAAS rejiminin sistemi tekleştirme üzerineydi. Özelikle çocukları küçük yaştan itibaren Araplaştırmak istediler. Türkiye’deki gibi tek millet, tek dil Suriye rejiminin de politikasıydı. Kürtçe konuşmamız, yazmamız yasaktı. Hiçbir yayını, gazeteyi okuyamıyor, yazamıyorduk. İnternet’e bile yazdığımız zaman gözaltına alınıp, soruşturma geçiriyorduk ama devrimle birlikte şartlar değişti. Devrimin başlamasıyla dil devrimini de başlattık. 2011’de evlerde, bulduğumuz mekanlarda öğretmen yetiştirmeye ve materyal hazırlamaya başladık. Bir yıllık çalışma sonucunda iyi bir eğitmen grubumuz oldu. Devrim sürecinde biz okulları ele geçirmeye başladığımızda devlet bizi başarısızlığa uğratabilmek için okullara el koydu ve kapattı. Rejim eğitim faaliyetlerimizi engelleyebilmek için ülkedeki tüm okulların faaliyetlerini durdurdu. Biz de bu yasaklara karşı barışçıl gösteriler yaptık, öğrencilerle birlikte okulların önünde eylemler düzenledik. Bu tepkimize karşı devlet, okulları tekrar açmaya mecbur kaldı ama bu defa da öğretmenler üzerinde baskı kurdular. Birçok öğretmen devletin korkusundan eğitim vermekten çekinir duruma geldi. Devam edenler ise benim gibi işten atıldılar. Bütün engellemelere rağmen biz eğitimde ısrar ettik. Bazı okulların kapısına kilit vurdular ama o kilitleri kırarak eğitime devam ettik.
Bu aşamadan sonra nasıl bir eğitim hayatı organize ettiniz Rojava’da?
Devrimin başarıyla ulaşmasıyla birlikte silahları güçlerimiz, devlet kurumlarını ele geçirdi ve kontrolümüze geçen bölgelerde, kurumlarda eğitime başladık. Bizim yönetimimizdeki okullarda eğitim sürüyor. Şu an Kürtçe eğitim için proje hazırlıyoruz. Tarih, matematik, coğrafya derslerini de Kürtçe vermeyi hedefliyoruz. Başlarda halk biraz çekindi nasıl olacak, yapabilecek miyiz diye ama sistemimizi oturttuk, sınav da yapıyoruz, sertifika da veriyoruz. Şu an okullar açık, devletin okulları kapatması, bizim direnmemiz bir aylık süreci kapladı. Ama sonra yönetimi ele geçirdik ve rahatladık. Birinci sınıftan, on ikinci sınıfa kadar tüm çocuklar okula geliyor. Devlet eğitimi sürerken diğer tarafta Kürtçe eğitim alıyorlar. Aynı okulda birlikte bu eğitimi görüyorlar. Hem Arapça hem Kürtçe eğitim var. Biz kendi çabamızla Kürt bölgelerinde bunu resmileştirdik ama devlet henüz resmi olarak tanımadı. Devletin kendi memurları normal dersleri veriyor ama Kürtçe eğitimi verenler devlete bağlı değil ve maaş almıyoruz. Biz o sistemin içerisinde şu an Kürtçe eğitimi sağlıyoruz.
Rojava’da farklı halklar da yaşıyor. Onlar için durum nasıl? Eğitimde ana dillerini kullanabiliyorlar mı?
Normal eğitim dili Arapça ama daha önce İngilizce seçmeli ders olarak vardı. Biz yönetimi ele aldıktan sonra bu eğitim yılında Süryanilerin yoğun olduğu yerlerde Süryanice dersler de başladı. Keldani ve Ermenilere de çağrı yaptık hocanız, öğrenciniz varsa yardımcı olalım, siz de kentinizde ana dilinizde eğitim verin diye ama sayıları çok az olduğu için henüz bunu hayata geçiremediler.
Bundan sonrası için hedefleriniz neler?
Şu an sadece Kürtçe öğretiyoruz ama bundan sonraki hedefimiz tüm dersleri, tüm eğitimi Kürtçe vermek. Arapça dersleri de bitirmeyeceğiz ama tarihi Arapça değil Kürtçe öğreteceğiz. Matematik, kimya, tarih, fizik gibi derslerin materyallerini hazırlıyoruz. Yeni dönemde onlarla başlayacağız. Şu an üç kantonda eğitim devam ediyor.
Rejimle bu konular üzerine görüşmeleriniz oldu mu hiç?
Bizim özerklik sistemimiz devletten tamamen ayrılma değil. Devlet şu an resmi olarak tanımıyor, merkezi olarak devletle görüşmemiz yok ama kantonların içerisinde kalan devlet kurumlarıyla diyaloğumuz var. Onlara şunu söylüyoruz; Şam merkeze göre değil bulunduğunuz kantona göre davranıp, işlerinizi yürütün. Biz gerici ya da faşist değiliz. Diğer hiçbir milleti yok saymıyoruz, herkesin yaşam hakkına saygı duyuyoruz ama artık yaşadığımız bölgede kendimizi biz yöneteceğiz.
Rojava’da üniversite kurma planınız var mı?
Devrim başladıktan sonra Şam yönetimi üniversitelerde Kürtçeyi seçmeli ders olarak kabul etti. Kendi bölgemizde üniversite yok ama kendi kantonlarımızda merkezler, akademiler açtık. İmkanlar el verdikçe tüm kurumlarımızı oluşturacağız. Üniversite de bunlardan birisi.
‘HERKESE KUCAK AÇTIK’
Rojava’ya dönük kuşatma ve saldırılar devam ediyor. Bu günlük yaşamı ve eğitimi nasıl etkiliyor?
Kantonların çok büyük bölümü temizlendi. Çeteler belli noktalara saldırıyor. Bazen içeri sızıp bombalar patlatıyorlar. Bunu yapmalarının sebebi kanton, özerklik sisteminin oturmasını istememeleri. Biz kantonları çetelerin kuşatmasına karşı ilan ettik. Bu çeteciler farklı ülkelerden gelip Türkiye’nin de desteğiyle bize saldırıyor. Biz savaşta taraf olmadık, kendi bölgemizi koruyacağız dedik. Eğer bunu yapmayıp taraf olsaydık şu an kentlerimiz tamamen bombalanıyor olabilirdi. Birçok yerden Araplar bizim kentlerimize geliyor ve biz onlara evlerimizi açıyoruz.
PYD DIŞINDAKİ PARTİLER HALKIN İÇİNDE DEĞİL
Tüm bu çalışmalarda Rojava’daki tüm siyasi partiler yer alıyor mu?
Rojava’da aktif olarak çalışan PYD var. Diğer partiler aktif olarak çalışmıyor. Biz bu savaşı başlattığımızda diğer partiler, ‘Zamanı değil’ dediler, ‘Rejimi kovalım’ dedik ‘Zamanı değil’ dediler, eğitime başladık yine ‘Zamanı değil’ dediler. Sırtlarını hep dış güçlere dayadılar ki temsilcileri Rojava’da değil Erbil’de bulunuyordu. O yüzden halk arasında çalışan PYD oldu. Buna rağmen kantonların yönetiminde Araplar ve diğer halklardan insanlar çokça var. PYD temsilcileri ise yönetimlerde az sayıda bulunuyor.
Değişmeyen devlet politikası; Azınlık okullarını kapatmak
Ana dili ve kimlik, inanç, kültürel özgürlük dendiğinde kuşkusuz en çok akla gelenlerden biri de Azınlıklar. Türkiye’nin en sorunlu ve insan hakkı ihlallerinin en yoğun yaşandığı alanlarından olan azınlık hakları, öncesi bir yana cumhuriyet tarihiyle birlikte kanayan bir yara olmayı hep sürdürdü. Uluslararası Azınlık Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü Nurcan Kaya ile yaşadıkları sorunları, devletin kendilerini ne kadar gördüğünü ve taleplerini konuştuk.
Osmanlı dönemini de kapsayacak biçimde Azınlık okullarına ilişkin bir özet yaparsanız ne söylersiniz?
Osmanlı İmparatorluğu zamanında millet sistemi vardı. Bugünkü anlamda bir azınlık terminolojisi yoktu. Müslümanlar ve gayrimüslimler vardı. Bütün gayrimüslim halkların kendi eğitim kurumlarını oluşturup, kendi dillerinde eğitim verme hakları da vardı. Bu halklar kurdukları okullardaki ders programlarını kendileri belirleyip, ders materyallerini de geliştirebiliyorlardı. Oldukça geniş bir özerkliğe sahiplerdi. Bunun temel sebeplerinden biri Osmanlı’da merkeziyetçi bir eğitim anlayışı olmamasıydı. Bugün hâlâ ayakta olan Ermeni, Rum ve Musevi okullarının yanı sıra dönemlerde, bugün var olmayan pek çok topluluk okulu bulunmaktaydı. Bunlar arasında Bulgarlar, Keldaniler, Süryaniler, Protestanlar vardı. Ancak Cumhuriyet dönemiyle birlikte bunlar büyük oranda ortadan kalktı.
Sempozyumdaki sunumunuzda Cumhuriyet döneminde de okulların açık olduğunu ancak büyük baskı altında tutulduğunu söylediniz…
Osmanlı’nın son dönemlerinde İttihat Terakki zihniyetinin egemen olduğu, Türkçülüğün, Osmanlıcılığın önüne geçtiği zamanlar, bu okullara yönelik müdahaleler tasarlanıyor ama savaştan dolayı hayata geçirilemiyor. 1920’li yıllarda bu okulların ‘ayrılıkçı fikirlerin aşılandığı fesat yuvaları’ olarak görülmeleri, Türkçülük akımı nedeniyle tek tip milli kültür yaratma çabaları ve azınlık okullarının bu çabalara engel olarak görülmeleri söz konusu. 1920’li yıllarda ilk olarak bu okullarda bazı derslerin Türkçe olarak Türk öğretmenler tarafından verilmesi, hatta milli duyguları yüksek öğretmenler tarafından verilmesi kararları alınıyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra Lozan’da gayrimüslim topluluklara bir takım haklar tanınıyor. Bu haklar arasında kendi eğitim kurumlarını kurup, yönetme hakkı da var. Aslında bugünkü uluslararası hukuka paralel düzenlemeler ama Türkiye bu hakları sadece Ermeni, Rum ve Musevilere tanıyor.
Diğer azınlık gruplar ne yapıyor peki?
Bu üç grup dışında kalanların hakları ellerinden alınmış oluyor. Tevhid-i Tedrisat kanunuyla birlikte azınlık okulları Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlanıyor. Bu okullara o kadar çok baskı yapılıyor ki; eğitimi kaliteli bir şekilde vermekte zorlanıyorlar ve veliler çocuklarını okullara yollamıyor. Öğrencilerin azalması, hem nüfusun azalmasıyla paralel, hem de bu politikalarla alakalı. Sonuç olarak bugün ülkemizde sadece 23 tane azınlık okulu var.
Geçen yüzyılda değişiklik var mı yoksa devlet baskısı devam ediyor mu?
Değişen durumlar var. Özellikle okulların çabaları ve 2000’li yıllarda AB’ye üyelik sürecinin başlaması, bir takım reform paketlerinin kabul edilmesi azınlık okullarına da nefes aldırdı. Okullara dair çok küçük pozitif adımlar atılıyor ama Cumhuriyet tarihi boyunca hep tersi yapıldığı için bunlar çok önemli adımlar gibi de görünüyor. Mesela şimdi öğretmen atamalarında okulların da görüşü alınıyor.
Bu görüş etkili oluyor mu peki?
Kısmen ama her zaman değil. Bütün okullarda olmasa da geçmişe göre daha fazla etkilediğini söyleyebiliriz. Yine o okullarda görev yapan müdür başyardımcıları var. Geçmişte Türk müdür başyardımcısı olarak anılan başyardımcılar, 1937’de yabancı okullar ve azınlık okullarında aynı anda göreve başlıyor. Sonra azınlık okullarında bu uygulamaya son veriliyor. 1962’de yeniden bu uygulama başlıyor. Bu Kıbrıs sorununun ağırlaştığı döneme denk geliyor. Tabi Türk müdür başyardımcıları okulda idari anlamda bir fayda sağlamayan, devletin casusluğunu, müfettişliğini yapan kişilerdi. Şimdi bunların isminden Türk kelimesi çıkarıldı. Aynı zamanda bunların da ataması yapılırken okulların tavsiyesi alınıyor ama ne kadar etki ediyor bilinmiyor.
Azınlık okullarına sadece o azınlığa mensup kişilerin gidebileceği tartışması da olmuştu. Son durum nedir?
Bu okulları öğrencisiz bırakma politikasının bir parçası olarak; 1960’ların sonunda okullarda sadece aynı azınlığa mensup öğrencilerin okuyabileceği kararı veriliyor. Birincisi; okullara kimin alınıp, alınamayacağı kararı okulların takdirine bırakılmalı. İkincisi; aynı azınlığa mensup olduğunu kanıtlamak o kadar kolay olmuyor. Mesela Rum okulları açısından Arnavut görünen Rumlar var. Bu yasak geldikten sonra mahkemelere başvurup Rum olduklarını teyit ettirerek, devam edebiliyorlar. Ama Milli Eğitim diyor ki; Mahkeme kararıyla da okula alınmasın. Öğrenci olmaz ve iki yıl eğitim veremezseniz okul kapatılabiliyor. Devlet de zaten bunu hedefliyor.
‘DEVLETİN AZINLIK OKULLARINA AYIRDIĞI ÖDENEK TAKSİ PARASINA YETMİYOR'
Azınlık okullarının finansmanı nasıl sağlanıyor peki? Devlet bütçesinden pay alabiliyorlar mı?
Devlet 1970’lerin başına kadar bu okullara bir ödenek ayırıyor ama o kadar küçülen meblağlar ki bunlar; parayı almaya giden okul müdürünün taksi parasını dahi karşılamayacak bir miktar. Ve bu okulun bir yılı için ayrılan ödenek. Bu okullar vakıflara bağlılar, vakıfların ayırdığı bütçe ve velilerin ettiği yardımlarla giderlerini karşılamaya çalışıyorlar. Ancak bu giderleri karşılamada ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bu okullar kâr amacı güden okullar değil ve devletin yapması gerekeni yapıp, iki dilde eğitim veriyorlar. Olması gereken devlet bütçesinden pay almaları ve bütün giderlerinin devlet tarafından karşılanması.
Sempozyumda yaptığınız sunumda azınlık okullarının statü sorununa dikkat çektiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Özel öğretim kurumları kanununda azınlık okulları diye bir tanım var. Onlara dair birkaç düzenleme var ama işlevsel değil. Bu okullarda sadece aynı azınlığa mensup ve Türk vatandaşı olan öğrenciler okur deniyor, Türkçe öğretmenlerden bahsediyor ve azınlık okulları özel okullarla aynı anılıyor mevzuatta. Lozan’da güvence altına alınmış bu okullar, varlıklarını koruyorlar ama bu okullara dair tek bir yasa çıkmıyor. Okulların, ‘azınlık okulları’ olarak kabul edilmesi en başta gelen taleplerden biri.
Azınlık okulları için öğretmen yetişmediğini de anlattınız. Neden öğretmen yetişmiyor?
Türkiye’de Ermenice, İbranice öğretecek tek bir eğitim fakültesi yok. Kayseri Erciyes Üniversitesinde 2010’da sanıyorum Ermeni Dili ve Edebiyatı ile İbrani Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı ancak bunlar pedagojik formasyona sahip öğretmenler yetiştirecek nitelikte değiller. Aynı zamanda Doğu Ermenice lehçesini öğretiyorlar. Oysa Türkiye’deki Ermeniler batı Ermenice lehçesini kullanıyor. Bu bölümler akademik nitelik açısından da çokça eleştiriliyor. Dolayısıyla azınlık okullarında görev yapan öğretmenler Türkiye’nin herhangi bir eğitim fakültesinden mezun olan, Ermeniceyi ailesinden öğrenmiş ya da Ermeni okulunda okumuş kişiler. Rum okullarında ise durum biraz farklı. Çünkü Türkiye’deki Rum Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okuyabiliyorlar ve Yunanistan’dan da öğretmenler getirilebiliyor bir değişim anlaşması çerçevesinde. Ama mütekabiliyet ilkesinin çok yanlış ve haksız şekilde uygulanması nedeniyle iki ülke arasındaki öğretmen değişikliği de zor gerçekleşiyor. Musevi okullarında ise iki dilli eğitim var. Ama İngilizce ve Türkçe olarak. İbraniceyi ise her seviyede öğretiyorlar. İbranice dilini öğretecek öğretmen konusunda sıkıntıları var çünkü Türkiye bu öğretmenleri yetiştirmiyor. Ağırlıklı olarak İsrail’de eğitim görmüş kişiler bu dersleri veriyor.
Evrensel'i Takip Et